Kalbimdeki coşkunluğun dinginliğe, beynimdeki yığınlarca sesin suskunluğa dönüştüğü zamana doğru yürüyor ömrüm. Bu ömür yürüyüşünde kimin kim olduğunda oldukça tereddüt yaşadığım maskeli balolardan, kendimin ben kalması için hep uzak durdum. Ama insan ilişkilerine de gerek gözlemleyerek gerekse yakından biri olarak tanık oldum. Gıybet olmasın diye kendimi uzaktan bakmaya alıştırdım. Eğer başa baş bir mücadele olsa eminim ki o çok güçlü görünen görüntü güçlülüğünden başka gücü olmayan kişileri geride bırakabilirdim. Bu cesaretsizlik midir yoksa karşıdakilerin görüntülerinin arkasındaki bomboş oluşları mıdır bilemedim. Yanımda hiçbir zaman büyük insanlarla yürümedim. Onlar var diye ne kendimi alçalttım ne de büyüklendim. Daha doğrusu onların olduğu ortamlardan ne kadar uzak olursam o kadar rahat yazılarım ve o kadar da özgür konuşmalarım oldu. İftiralar nereye varır hesabı yapılmadan çirkinlik sınırının çok ötesine varan ithamlarla karşılaştım. Kendi elinizde olmayan kusur affedilmekten ziyade kendi özelliğinizmiş gibi her yerde dile geliyor. Önceden konuşulan dedikoduları duyunca sinirlenirdim. Ama şimdi alıştım, sessiz kalmayı yeğliyorum bir gün dedikodu yapanların bu konuşmalarının altında kalacaklarını düşünerek. Bazı insanlar tanıdım işte insan budur dediğim. Sonra pişman oldum ömür defterime neden eklemişim o insanları hâlâ cevabını bulamadım. Gerçekte bu insanlar adammış gibi görüntü veriyorlarmış da asıl amaçları kötülüğe hakikatin içinden nasıl bir delik açarımın hesabını yapmakmış. Meğerki görüntüde insanmış, adı insan olan varlıklar. Oysa herkes tanımış da o insanları, ben tanımada iyi niyetimden dolayı geç kalmışım. Diğer yandan ümidimi kesmek üzereyken derdimi dert edinen, yolumu yol edinen, zorluğu kolaylaştıran ayrı meziyette ama aynı zihniyette dost insanlar tanıdım. Allah’a yöneldiğim her anda hayır duası ettiğim insanlar.
Çöküntü anlarımda başladığım işin bütün güçlüğünü hatta iyice içinden çıkılmaz hale geldiğinde bile yine de bunu çevremdekilere hissettirmeden iyiden iyiye iyice ölçüp biçerim. Mutlaka işin içinden çıkacağım bir yolun olduğuna da inancımı hiçbir zaman kaybetmedim. Açılmaz denilen kapıların sabırdan sonra şükürle nasıl açıldığını gördüm. İnsan hayatında ölümün de efendisi olduğunu, eğer kendi içinde içselleştirir ve kendisinde bir felsefeye dönüştürerek yürürse hiçbir yeis galip olamaz. İnsan ilişkilerinde iyi ya da kötü olan hiçbir şeyin tesadüf değil tamamen isabetli kararlar neticesinde olduğuna inandım. Adaletin olmadığı haksızlıkların hâkim olduğu zamanlarda ruhu, zalimlerin küçük kibirleri karşısında büyük değerlerimize inanarak asla kaybetmedim. Doğrular ordusunun bir savaşçısı olarak kalmayı yeğledim. Kuru tahta ve çöp parçaları gibi ırmağın sularında sorumsuzca sürüklenmedim. Kendi geçmişime hayıflandığım çok oldu. Geçmişimde hem kendime hem de birçok değerli dosta ahde vefa gösteremedim. Sonrasında ise kendi geçmişimi her zaman beraber olduğum ama gerçekte olmayan garip insan kalabalıklarıyla seyrettim. Etrafımda hiçbir şey yapmasam bile yapacakmışım havası yaratıp beni hedef alan, üzerimde teşhis uğultuları çıkaran seslerle karşılaştım. Ama her sıkıldığımda kendim için yeni bir yola çıkıyorum ve elimdeki işten sessizce diğerine geçiyordum. Yaşadığım kötü hadiseleri kendimin unutması zor oluyordu. Bu hadiseleri ancak onları unutturan, tesirlerini hafifleten diğer hadiselerdi. Her zaman başkalarının hakkını gözetmek, onlar için uğraşmak, onlar için düşünmek, daha doğrusu onlar için yaşamak bana, kendime ait yaşama vaziyetimi her zaman unutturdu. Bu yüzden yaptığım bütün işler yeni ve şöhretsiz işlerdi. Geçmişte neyi yaşıyorsak bazen farkında olarak bazen olmayarak istikbalimizi inşa ediyoruz. Geçmişte bir defa selam vermiş insanlarla bir anda senli benli olurdum. Hiç kimseden sırrımı saklama tereddüdünde bulunmazdım, herkesi benim gibi zannederek anlatırdım her şeyi. Ama konuştuğum her kelime, her cümle lafı taşıyana ulufe olarak dönüyordu.
Uysal kalabalıklardan hiç hoşlanmadım, hep eleştirdim, karşı durdum. Neden mi? Çünkü insana başta kendisi olmak üzere her şeyi unutturuyordu. Bu yüzden aralıkta yaşamayı düşünmedim çünkü aralıkta yaşayanlar genelde kapının dışında kalanlardır. İnsanın sorumluluk alması gerektiğine inandım. Sorumluluğu hiçbir zaman başka birilerinin yapması gereken bir durummuş gibi görmedim. Hiçbir zaman bir ayağı içerde bir ayağı dışarıda en küçük olumsuzlukta onca yapılan işleri bırakıp kaçma durumunda olmadım. Her devrin ve yaşayışın kendine göre bir insan tasavvuru vardır. Bu devrin insan tasavvuru ise güçle beraber güçlü görünmek yani güce tapmak. Ben ise her zaman insanın kendi özüyle güçlü olduğuna inandım. Ama her kımıldadıkça hâlâ köksüz hassasiyetler, süreksiz ümitler, yersiz inançlar, çürümüş yosunlar gibi kollarıma vücuduma sarılıyor beni daha derinlere doğru çekiyordu. Sonrasında sürekli dayatılan bu korkuların psikolojik bir harbin yöntemi olduğunu öğrendikten sonra korkuyu kendi içine kapatıp etrafımdan uzaklaştırdım. İnsanın huzur bulacağı belki de en arınmış yeri kendi içidir. Yani kendi içinde yaşamak dünyanın tüm pisliklerinden uzaklaşmış olarak. Peki, kendi içiniz temiz mi, sade mi? Orası da o kadar dolu o kadar yoğun ki umarım orası da yeni bir hapishane olmaz.