Otistik bozukluk, toplumsal etkileşim ve iletişimin gelişiminde belirgin anormallik veya bozulma ile ilgi dağarcığındaki belirgin sınırlılıktır. Otizmin bir zeka geriliği mi yoksa kendine özgü bir zeka yapısı mı olduğu konusunda hala net bir tanımda ortaya konulmuş değildir. Psikiyatrlar Otizmli çocukları zihnin, beynin nasıl çalıştığına dair fikir verebilecek gizemli bir hastalık olarak görmüşlerdir.(Rimland) Son yıllarda bir hayli yaygınlaşan hemen her yerde karşılaştığımız konuşmalarda, “bizim çocuk şu davranışları sergiliyor. Akrabamızın , komşumuzun çocuğu şu davranışları gösteriyor” gibi konularla karşılaşmak oldukça sık hale geldi. 15-20 yıl öncesine kadar bize uzak olan bu tanımla şimdi hemen her yerde karşılaşmak mümkün. Gittikçe yaygınlaşan otizm illeti otizmli çocuğu olan ailelerde ciddi travmalara ve çaresizliğe yol açmakta. Yeni çocuk sahibi olacak ailelerde acaba “benim çocuğum otistik olur mu” kaygısı ile çocuk yapmakta yaşanılan tereddütlere de oldukça sık rastlamaktayız.
Çocuklardaki otizm belirtilerini eksik olmakla beraber şöyle sıralayabiliriz:göz teması kuramama,odaklanma açısından bir yada birden fazla basmakalıp ve sınırlı bir ilgi örüntüsüne kapanıp kalma, yine basma kalıp ve yineleyici davranışlarda bulunma( sallanma, parmak şıklatma, el çırpma yada burma ,eşyaların parçalarıyla sürekli uğraşıp durma, konuşma ve duyma güçlüğü, yaşıtlarıyla gelişimsel düzeyine uygun ilişkiler kuramama, duygusal karşılıklar vermeme, akranlarıyla değil kendi kendine oynama, ayaklarının ucuna basarak yürüme ve sürekli tekrarlar gibi davranışlar sayılabilir.” Otizm vakaları sayısal olarak 1990’ lı yıllarda 10.000’ de 4 iken günümüzde 10.000 kişide 120-130 kişiye çıkmış durumda. İngiltere’ de 90 kişide 1, Hindistan’ da 200 kişide 1, Türkiye’ de ise otizm oranı nüfusa göre diğer ülkelerden biraz daha düşük %2 civarındadır. Otizm salgınının oranı gün geçtikçe daha da yükselmektedir. Bedensel bir belirtisi olmayan bu salgın ilk etapta fark edilmediğinden önlem açısından yetersiz ve önemsiz kalınmaktadır. Burada otizm belirtisi davranışları öncelikle fark etme açısından ailelere çok büyük görev düşmektedir. Hatta ailelerimiz bazı yanlış algılamalara düşerek bu çocuklardaki bazı takıntıları çok zekice davranışlar olarak algılamakta ve bundan dolayı tanılamayı ve tedaviyi geciktirmektedirler. Örneğin telefon, tablet ve bilgisayarda oyun oynayan çocukların bu davranışlarını zekilik olarak algılamakta ve övüne övüne anlatmaktadırlar. Bunun yanında diğer bir bilinçsizlik de, otistik davranış belirtileri olan çocukları dayısı, teyzesi, halası da böyleydi diye tanıyı ve tedaviyi geciktirmektedirler.
Otizm salgınının oluşmasında çevresel zehirlilik, aşılardaki civalar, yiyeceklerdeki katkı maddeleri, anne babanın gün boyu çalışması, çocukla duygusal iletişim zayıflığı, aşırı televizyon izleme, ilgisizlik, çocukların doğayla bağının kesilmesi vs. Otizm tanılarının artmasını bilgi ve enformasyon teknolojileri çağının giderek daha fazla tetiklediği genetik bir kalıtım ve bazı çoklu gen bileşimlerinin yaygınlığının artmasına bağlıyor bilim adamları(Baron-Cohen). Otizmin artmasında küresel algıların da rolü bulunmakta. Özellikle ilaç piyasası ve terapist yoğunluğu çocuklardaki diyelim ki on otistik davranıştan sadece bir tanesi bulunan davranışı da otizm kategorisinde değerlendirip salgının yaygınlığına katkı sunmaktadırlar. Bundan otizmle ilgili vakaların hızla tespit , tecrit ve tedavi edilebilmesi için sağlıklı ve bilgilendirici, önemli, önemsiz dereceli tanı merkezleri kurulmalı. Otizm salgını ile gerek devlet mekanizmalarının gerekse STK’ lar ve toplum olarak ciddi önlemler alma derdine girilmeli. Otizm salgını sadece nisan ayındaki farkındalık günüyle fark edilip önlenecek bir salgın değildir. Ailelerin ciddi şekilde bilinçlendirilmesi, çocukların yiyecek ve içeceklerinin denetimi, aile çocuk arasındaki iletişimin sıcak ve sürekli olması, çalışan annelerin izinlerinin düzenlenmesi, çocuk en az 3 yaşına gelene kadar annenin sürekli izinli sayılması gerekir. Ayrıca ailelerin inkar tavrından vazgeçmesi, tanı konulduğu anda eğitime başlanması önleyici bir tedbir açısından önemli olabilir. Tedbir alınmazsa gün geçtikçe belki de 15-20 yıl sonra otizmli oranı 30 da1 ,20 de 1 gibi rakamlara inecek.
Otizmin tedavisinde ilaçların neredeyse hiçbir etkisinin olmadığı rahatlıkla söylenebilir. Tıbben tedavi imkanı olmayan bu hastalıkla ilgili şüphesiz tek tedavi erken tanı ve erken eğitimdir. Tıptan ziyade eğitim, iyileştirmeden ziyade öğretim yapılmalıdır. Kısmen de olsa ilaçlardan da asgari düzeyde bir etkiden söz edenler de bulunmaktadır. Otizmli çocuklardaki en problemli davranış bozukluğu olan sosyal iletişim eksikliğini eğitimciler ve anne babalar insanlarla temas, yetişkinlerle kucaklaşma, el ele tutuşma gibi sosyal içerikli davranışlarla öğretebilirler. Otistik çocuklarda değişime karşı aşırı direnç vardır. Bu çocuklar aşırı disiplinden uzak bir takım seçeneklerle donatılan yapılandırılmış ortamlarda eğitim görmelidir. Ayrıca, dersliklerde uyarım seviyesi düşük tutulmalı, süs eşyaları ve sanatsal eserler bulunmamalıdır.(alıntı) Otistik çocukların dünyasına girilmeli , onların güvenini kazanmalı bu durumun farkına varan çocuk belki de eğitimcinin ve ailesinin farkına varacak ve kendisine yardımcı olmalarını isteyecektir.Terapilerde çocukları sonuçsuz deneyimlerden uzak tutmak gerekir. Yapılan araştırmalarda ailelerin tedavide hemen sonuca varma isteği aileleri terapi oburluğuna sevk etmekte bu yüzden işe yarayacağına inandıkları yada inandırıldıkları ne varsa hepsini denemektedirler. En son araştırmalar otistik çocuğu olan ailelerin 111 farklı tedavi yöntemi kullandıklarını göstermektedir.(otizm salgını kitabı) Çocukların bir kere terapiyi ve terapisti kabul etmesi ve istemesi gerek. Çocuğun kendisini keşfetmesi, iyileşmek istemesi ve terapi için başkalarını varlığını kabul etmesi gerekmektedir. Otistik çocuklara şefkatli bir ortam sunulmalı, bu ortamda çalışanlar tıpkı evdeki gibi abla, abi, anne, baba rolü oynayarak şefkat dolu bakımla çocuklarda değişim oluşturabilirler. Otizmli çocukları kendi dünyasından bir çok nesne kullanarak ve ortama alıştırarak daha geniş ortamlara yönlendirmeli, toprakla, doğayla, doğal ortamda hayvanlarla temas kurdurmalı ve mümkün olduğunca bir çok kişi ile iletişim kurması sağlanmalıdır. Otistik çocukların beyni üzerinde çalışmak yerine onların davranışları üzerinde çalışılmalı. Aileler kendilerini inkar durumundan otistik çocuğu olduğunu kabul durumuna geçirmeleri çocuklarının iyileşme sürecine katkı sunacaktır. Tanı konulduktan sonra pazarlamacı ve yetersiz terapist anlayışından uzak durup iyi bir özel eğitim okulunda eğitime başlanmalıdır. Aileler kesinlikle iyi ve seçmeci bir terapi yöntemi belirleyip çocuğu yormadan o yöntemle tedaviye devam etmeli. Aileler nasılsa okul ve öğretmenler ilgileniyor psikolojisinden çıkarak en az bir eğitimci kadar kendisini yetiştirmeli ve çocuğun evdeki eğitimini devam ettirmeli. Tedavi yöntemleri paylaşılmalı ve bundan otistik çocuğu olan aileler faydalanmalıdır. Otizmli çocuklarla ilgili farkındalığı sadece bir aya hapsetmemeli, yılın her ayı ve her günü bu çocuklar için farkındalık günü olmalı. Çocukların iyileşme sürecine katkı sunmak için otistik çocuğu olan aileler ,çocuklarının savunuculuğunu her gün yapmak zorundadırlar. MEB okullardaki eğiticileri sürekli hizmet içi ve yeni eğitim modelleriyle yeniletmeli, okullar yeniden otistik çocuklara uygun hale getirilmeli, mevcut özel eğitim okullarında zihinsel engelli çocuklarla otistik çocukların bir arada değil ayrı okullarda eğitim görecekleri ortamları oluşturmalıdır.